25 Haziran 2014 Çarşamba

Pırıltılar....

Yarın nelerle karşılaşacağımı bilmiyorum ama her gün gibi yarının da kimin kudret elinde olduğunu biliyorum.

Beyaz atlı prensinizi aramayı bırakıp Allahü Teala'yı kalbinizin sultanı yaparsanız, Allah düşlerinizdeki peri masalını tamamlayacaktır.

Erkekler eş olarak mükemmel bir kadını, kadınlar da mükemmel bir erkeği bulmayı beklerler, ancak Allahü Teala'nın eşleri birbirlerini tamamlamak için yarattığını idrak edemezler.

5 Haziran 2014 Perşembe

Mustafa Ulusoy'dan...


Mustafa Ulusoy'u yaklaşık 3 yıldır takip ediyorum ama kitaplarını okumak bu yıl nasip oldu, kütüphaneden ödünç almıştım ama kendi kitaplığıma da alıp herkese gösterip tavsiye etmem gereken müthiş bir doktor/yazar. Özetle psikiyatride tedavi yöntemi olarak varoluşçu yaklaşımı kullanıyor. Şahsen psikoterapi kitaplarına meraklı olduğum için şimidye kadar bol mikarda bu türde kitap okudum ama Mustafa Ulusoy benzeri bir yazara henüz rastlamadım. Maşallah fevkalade başarılı, Allah onun gibi hekimlerin sayısını arttırsın. 


Bugün onun insanın temel acıları üçlemesi kitaplarından giderken bana birşey söyle isimli kitabında yeralan bir meseli aktarmak istiyorum. Bu kitap ölüm/kayıp acısı ile ilgili. Kitaptaki öykülerden birinde ölen kişinin yakını, kabrin üzerine battaniye örter, ölü bedenin üşüyeceğini düşünerek, bundan sonrası yazarın dilinden:



ELDİVEN BEDEN EL RUHTUR
Ulusoy'un filmler ve psikoloji arasındaki özel bağı keşfetmesi de bir film sahnesini andırıyor. Genç ve hevesli bir asistan doktorken Kanada'nın Toronto kentinde yapılan “Dünya Kognitif Terapi Kongresi”ne bir çalışmasını bildiri olarak sunmak için katılır Ulusoy. Ancak büyük bir düş kırıklığı yaşar. Kongrenin ikinci günü, istatistiğin içinde boğulmuş bilimsel çalışmaların insana, varoluşun acılarına dair çok az şey söylediğinin şaşkınlığıyla Toronto Üniversitesi'ndeki toplantıdan çıkar, canı sıkkındır. Şehrin sokaklarında yürür. Yoğun bir yalnızlık çöker üzerine. Uzun uzun Ontario gölünü seyreder. Oteline döndüğünde televizyonu açar, bir filme takılır kalır. İki kardeşi olan bir çocuk, ciddi bir hastalıktan ölecektir. Çocuğun kardeşleri babalarına gelir ve ölünce ona ne olacağını sorar. Baba, sorunun yanıtını almak için gidip bir terapiste mi danışır? Hayır! Bir rahibe! Rahip eline bir eldiven giyer, parmaklarını oynatır, birkaç eşyayı tutar, bırakır, sonra eldiveni çıkarır. “İşte” der ,“Çocuklarına böyle anlatabilirsin ruh ve beden ilişkisini ve ölümü.” Eldiven beden, el ise ruhtur. Toronto'ya geldiğine çok memnundur artık Ulusoy. Eğitimini tamamlar ve psikiyatrist olur. Hem otel odasında seyrettiği ama ismini ve yönetmenini hatırlamadığı filmin bu sahnesini, hem de “hayatının bu sahnesini” hiç unutmaz. 
http://www.mustafaulusoy.com/soylesi/2308-film-kareleri-hayata-ayna-tutuyor#.U5BaI_mSyA0

“Ne geçmişine takıl, ne de olmayan geleceğine. Her an elinden alınan anlara odaklan ve onların nereye akıp gittiğini öğren. İşte o zaman, ölüm elinden hiçbir şeyi alamaz. Çünkü o anlar, gitmesi gerektiği yere senden önce gitmiştir.” 

"Halimizi, acımızı, hüznümüzü, O'na anlattık, anlatıyoruz. O'ndan şikayet etmedik. O'na şikayet ettik durumumuzu. Ne yaptık da bunu bize verdin Allah'ım demedik. Hep Yakup Peygamber gibi dua etmeye gayret ettik. Ben derdimi de üzüntümü de ancak Allah'a şikayet ederim. Peygamberimiz, oğlu İbrahim ve torunu öldüğünde ağlayıp gözünden yaşlar akınca, arkadaşlarına; Bu Allah'ın kullarının kalbine yerleştirdiği acıma duygusudur. Allah kulları arasında müşfik olanlara merhamet eder, demiş ve eklemiş: Göz yaşarır, kalp hüzünlenir, fakat biz Rabbimizin razı olmayacağı bir şey söylemeyiz. İşte biz de böyle davranmaya çalıştık."